Siyah Beyaz Kuşak – Sinemanın Hikâyesi
1800’lü yılların sonunda yeni bir sanat
formu keşfedildi. Hayallerimize benziyordu. Filmler artık multi milyarlık bir
global eğlence sektörü. Ama onları yöneten gişe başarısı ya da gösteri dünyası
değil. Tutku, sevgi. Bu tutkuyu bulmak için dünyayı dolaşalım sinemanın
hikâyesini birlikte dinleyelim[1].
Rene Briot
der ki; "Bütün öbür sanatlarda olduğu gibi sinemada da yalnızca ustalar
vardır." Sinema bugününe ustaları sayesinde geldi. Tüm bu olanlar
yaşanmadan önce toplumun daha yavaş dönüşümünü sağlayacak araçlar da vardı
elbette. Gölge oyunları, tiyatrolar ve tek kişilik gösterimler bu araçlardan
bir kaçıdır. Türkiye’de ise sizlerin de iyi bildiği Karagöz ve Hacivat günlük
hayatta önemli yer tutmaktaydı. Dünya dönmeye devam ederken antik yunanda
kimsenin göremediği bir şeyleri gördü Aristo; Obscura.
Kamera Obscura
fotoğraf makinalarının atasıdır, fotoğraflarda sinemanın. En basit şekliyle bir
duvarında küçük bir delik bulunan karartılmış bir odadır. Bu delikten geçen
ışık karşı duvarda, dışarıdaki görüntünün baş aşağı gelmiş biçimini
oluşturmaktadır. Bu olaya ilk kez M.Ö. 4. yüzyılda Aristo tarafından
değinilmiş, daha sonra geliştirilerek resim yapımında kullanılmıştır.
Şekil 1 Kaynak: Sinemanın Doğuşu[2], Kamera Obscura
Sinemanın
kökeninde yer alan görüntünün retinada iz bırakması olgusu, çok eskiden,
muhtemelen 10. yüzyılın sonundan beri biliniyordu. Temelini buradan alan birçok
teknik gelişme bunu takip etti; Belçikalı
bir fizikçi, Joseph Plateau, 1832'de fenakistiskop'u icat etti. Bu alet belli
bir hareketin aşamalarını saptayan bir dizi görüntüye sırasıyla ve hızla bakıldığında
gözde hareket aldanması yaratmaya yarıyordu. 1851 'de Jules Duboscq, elle çizilmiş
ya da renklendirilmiş görüntülerin yerine fotoğraf kullanmayı denedi.
Stereofantaskop ya da biyoskop denilen bu yeni alet sonradan birçok değişikliğe
uğradı ve geliştirildi. 1853'te Avusturyalı Uchatius büyülü fener ile fenakistiskop’u
birleştirerek hareketli görüntüleri bir ekrana yansıtmayı başardı. Bu düşünce
sonradan, 1870'te, özellikle Bourbouze ve Heyl tarafından yeniden ele alındı. 1892'de
Thomas Edison kinetograf adlı bir çekim makinasının telif hakkını tescil
ettirdi. Ne yazık ki filmleri görmeyi sağlayan kinetoskop görüntüyü ekrana yansıtma
olanağından yoksundu; çünkü bu alet, filmin bir büyütecin ardında düzenli bir hızla
döndüğü. Bir kutudan ibaretti. Bu yüzden görüntüler küçüktü ve ancak tek bir
seyirci tarafından izlenebilmekteydi. Thomas Edison ile başlayan serüvende Sinematografı
icat etme onuru Fransız kardeşler Louis ve Auguste Lumiere’e aittir. Sinema
tarihinin mihenk taşları sayılan Lumiere Kardeşler Yedinci Sanat’ın ilk
ustalarındandır.
Sinema makinası bir projeksiyon aleti olup,
film kamerası tarafından kaydedilen seri haldeki görüntüleri ekrana yansıtır.
Görüntüler gözün fark edemeyeceği hızla değiştiği için, ekrandaki görüntü
hareketli zannedilir. Bu hadise güneşe çok az bakıp gözünü kapatan bir kişinin
gözünde, bir müddet karartı izinin devam etmesi esasına dayanır. Sinema
makinasının prensip olarak ışık üreten bir lambası, ışığı yansıtan reflektörü,
film şeridini belli bir hızla hareket ettiren mekanizma, film hızı ile
koordineli olarak ışığı kesip tekrar açan, döner diyafram mekanizması ve
mercekleri vardır. Işığın kesilip açılma sayısı saniyede 24 veya 48 adettir. Bu
sayılar ışık titreşimini azaltmak içindir.
Şekil 2 Kaynak: Sinemanın Doğuşu, Kinetoskop
Lumiere
Kardeşlerin kamuya açık ilk gösteri 22 Mart 1895'te, Bilimler Akademisi
Başkanı, astronom Mascart'ın başkanlık ettiği Ulusal Sanayiyi Özendirme Derneği
üyeleri önünde yapıldı. Lumiere'in sinematografı, aynı yılın 28 Aralık
tarihinden itibaren Paris'teki Grand Cafe'nin bodrum katında halka açık
gösterilerde kullanılmaya başladı. Fakat o zaman ki insanlar neye şahit
olduklarının ve Lumiere Kardeşlerin ne yaptığından kimsenin haberi yoktu.
İlk sinema sadece siyah beyaz hareketli
görüntüden ibaretti. Sessiz sinema döneminde Lumiere Kardeşler daha çok günlük
hayatı konu alan ve aktüalite filmler yaptılar. Bu filmler daha çok ticari
amaçlı yapımlardı. Ticari gelenekten kopartan ve sinemanın asıl gücünü veren
yönetmen Georges Melies oldu. 1902 yılında çekilen Aya Yolculuk filmi bugün
dahi kullandığımız sinema teknikleri ile bizlere armağan edilmiş oldu. İlk
sinema filmleri tiyatrolardan uyarlanarak çekildi. Ardından bu alanı romanlar
doldurdu ve gelişimi sınır tanımadan devam eder oldu. Dünya tarihini değiştiren
I.Dünya Savaşı sinemanın yeni yollar ve kendi kendini keşfedecekti. Fransa da
başlayan fakat savaş nedeni ile düşüş trendine giren alan Amerikan sinemasını
güçlendiriyordu. 1914'ten başlayarak Amerikan film piyasasına hakim oldular ve
Los Angeles'in yirmi km kadar dışındaki, iki yüz nüfuslu, küçük bir yerli
yerleşim merkezinde, Hollywood'da şirketler kurdular. Bu yer dünya sinemasının
başkenti, "sinemanın Mekke'si" olacaktı. Bu süreçte hayatımıza birçok
usta girecek ve bir daha çıkmayacaktı; David
Wark Griffith, Thomas Harper, Buster Keaton, Max Linder, Charlie Chaplin ve
sayamadığım onlarca usta her birinin yeri hatırı sayılır kalacaktır.
7.Sanat Sinema Kulübü olarak bir grup
öğrenci ile İstanbul Üniversitesinde faaliyet göstermekteyiz. Kulübün bu yıl
etkinlik takvimine günümüz dijital formatından uzaklaşıp 1976 yapım Sinema
Makinesi ile sinemanın önemli dalı olan canlandırma sanatı, bilinen adıyla
çizgi film, gösterimi yaptık. Bir an olsun bulunduğumuz dünyadan ayrıldık ve
makinenin büyüsüne kapılarak nostalji yaptık. 8 mm film şeritleri ile Tom ve
Jerry, Asteriks ve Sheep Dog çizgi filmlerini gösterdik. Önemli görüyorum ki
ilk çizgi film videosunu yazının altında bulacaksınız[3].
Dünden bugüne sinema gelişmeye devam ediyor. Bu süreç devam ettikçe umutlarımız,
hayallerimiz ve dünyamız yenileniyor. Bu büyüye karşı koymak söyle dursun
hayatımızdan çıktığı zaman eksikliği yaşam enerjisiyle aynı oranda oluyor.(Benim
için en azından) Bu enerjiyi ben Lumiere Kardeşlerde buldum. ‘’Lumiere’’
Fransızca ışık anlamına gelir. Onların ışığı bugün bile bize yansımaya devam
ediyor. Eğer Lumiere Kardeşlerin bu bilim merakları ve yaşamı yansıtma
tutkuları olmasaydı biz bugün bunların hiç birini yapamayacaktık. Bu yüzdendir
ki önlerinde saygıyla eğilmekten kendimi alamıyor ve onları canı gönülden
alkışlıyorum.